1943 senesi 13 Kasım’ında Kırım’da doğdum. 1943 yılı Mayıs ayında “vatan haini” damgasıyla hep halkımızla beraber Orta Asya’ya sürgün olunduk. Bizim ailemiz Özbekistan’ın Andican bölgesindeki bir köye sürülmüştü. Çocukluğum orada geçti. 1955 senesinde oradan göç ettik ve Taşkent şehrine yakın bir kasabaya geldik. 1959’da Rus dilinde ortaokulu bitirdim” ve Taşkent Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’ne girmek istedim”. Ama orada bana açıkça, “Bu Fakülteye Kırım Tatarları, yani Sovyetlere sadık olmıyan milletin mensuplarını almıyoruz.” dediler. Fabrikaya işe girdim”. 1961 senesi biz genç arkadaşlarla, Taşkent’te “Kırım Tatar Gençleri Milli’ Teşkilatı” adlı bir siyasi teşkilat kurmuştuk. Birkaç hafta sonra teşkilatımızın önderlerini tevkif ettiler. Beni o zaman yakalamadılar ama işten çıkardılar. 1962 senesi ”Taşkent Sulama ve Ziraat Mekanizasyon Enstitüsü’ne kaydoldum”, ama üç yıl sonra beni oradan KGB’nin talebiyle çıkardılar. Sebebi, yani bana karşı yapılan suçlamalar böyleydi: “Milliyetçi, Komünist parti ve Sovyet hükümetinin milli siyasetini tenkit ediyor, enstitü talebeleri arasında, özünün milliyetçi ruhunda yazdığı ve `Kırım’da XII-XVIII. Yüzyıllarda Türk Medeniyet,’ adlı makalesini dağıtmış, talebelerin Fikirlerini bozuyor.” dediler. Enstitüden kovmakla beraber beni askerliğe, Sovyet ordusuna almak istediler. Ama ben askerliğe gitmeyi reddettim. Mademki bu devlette bizim hiç vatandaşlık hakkımız yok, öyleyse borcumuz da olamaz. İkinci olarak, vatanından vahşilikle sürgün edilen, vatanı olmayan insan bu devlette neyi müdafaa edecek? Ben bu devlete sadık olacağıma, asker andına imza atmayacağım, dedim. Bunun için beni bir buçuk yıl hapishaneye bıraktılar. İkinci sefer, 1969 senesinde tevkif ettiler. Suçlarım: Kırım Tatarlarının vaziyeti, onların hakları hususunda mektuplar ve makaleler yazarken Sovyetlerin milli siyasetlerini lekelemişim.1968 senesinde Sovyet ordusu Çekoslovakya’yı işgal ettiği için karşı protestolar yazmışım vesaire. Yani Sovyetlere karşı propaganda yapmışım. Benimle beraber o zaman Moskova’da yaşayan ve Kırım Türklerine çok yardımda bulunan Yahudi şair İlya Gabay’ı ve Ukraynalı, General Petro Grigorenko’yu da yakalamış ve muhakeme etmek için Taşkent’e getirmişlerdi. Ama Grigorenko’nun davasını bizimkisinden ayırdılar ve onu delihaneye bıraktılar.
Böylelikle o insan, Kırım Türklerine yardım ettiği sebebiyle beş yıldan Fazla bir süreyi delihanede geçirdi. Beni ve İlya Gabay’ı ise Taşkent mahkemesinin hükmüne göre 3 yıl müddet, ağır çalışma kampına yolladılar. İlya Gabay serbest bırakıldığından birkaç ay sonra intihar etti. Kendisini apartmanın 12. katının penceresinden yere attı ve öldü. Beni ise 1974 senesinde yine, üçüncü kere yakaladılar ve bir yıl müddetle Sibirya’daki ağır çalışma kampına yolladılar. Serbestliğime üç gün kala bana karşı yine bir dava açtılar ve müddetimi uzattılar. Güya kamptaki mahpuslar arasında Sovyetlere karşı propaganda yapmışım, kamptan arkadaşlarıma ve akrabalarıma yazdığım mektuplarda Sovyetlerin siyasetini lekelemişim ve buna benzer suçlamalar. Protesto olarak açlık grevi ilan ettim. Bu açlık grevi 10 ay kadar, daha doğrusu 303 gün devam etti. Burada, nasıl olup da o kadar uzun müddet açlık grevi geçirmek ve ölmemek mümkün, gibi sorular doğabilir. Sovyet hapishanelerinde açlık grevi şartları böyleydi: İnsan ağzına hiç yemek almıyor, ama mahpus ölüm haline yakınlaştığı zaman mahkeme gardiyanları onun ellerine kelepçe takıp ağzını zorla açıp lastik boru sokarlar ve böylelikle karnına açlıktan ölmesin diye gıdalı akar madde dökerler ve yahut kan damarına iğneyle glikoz enjeksiyonu yaparlar. İşte o zaman, yani 303 açlık grevi zamanında Andrey Saharov, Petro Grigorenko ve diğer meşhur insanlar benim serbestliğimi talep ederek dünya kamuoyuna, Birleşik Milletler Teşkilâtı’na müracaatlar ve protestolar yazdıkları için benim ismim ve Kırım Türklerinin problemleri geniş dünya cemaatine belli olmuştu.
Yıllar geçtikten sonra, o zamanlar Türkiye’de de beni kurtarmak için yürüyüşler, yayınlar ve diğer hareketler yapıldığını ve bu hareketlere, Türkiye’deki Kırım Türklerinin aktif iştirak ettiklerini öğrendim. Ama açlık grevine ve dünyanın çeşitli yerlerinden protestolar yağmasına bakmadan beni Omsk şehrinde yargıladılar ve iki buçuk yıl ağır çalışma kampına hüküm ettiler. Muhakeme kapalı geçti. Ne akrabalarımı ve arkadaşlarımı ve ne de mahsus mahkemeye gelen akademisyen Andrey Saharov’u ve onun eşi Yelena Bonner’i mahkeme salonuna koydular. “Serbest publiği” yalnız gardiyanlar. KGB ve İç İşleri Bakanlığının hizmetçileri teşkil etmişdi. Mahkumiyeti geçirmek için Çin sınırına yakın olan Primorski adlı bir ağır çalışma kampına yolladılar. Müddetim bittikten sonra yine Taşkent’e getirdiler ve açık gözetim, nezaret altında bulunmak şartıyla “serbest” bıraktılar. Açık gözetim nezaretin şartları böyleydi: Taşkent şehrinden çıkıp gitmesi yasak, akşam saat 8’den sabah saat 6’ya kadar evden dışarı çıkması yasak, çok cemaat toplanan yerlere (mesela, kahvehanelere, çay salonlarına, pazara ve buna benzer yerlere) varması yasak ve her hafta karakola varıp kayıt olunma mecburiyeti var.
Bir yıldan sonra, 1979 senesi Şubat ayında, açık gözetim nezaret şartlarını bozuyorsun, diye beni yine hapishaneye bıraktılar. Taşkent’te geçirilen muhakememe yine akademisyen A. Saharov geldi, ama yine onu ve zaten hiçbir kimseyi mahkeme salonuna bırakmadılar. Yani beşinci muhakemem de kapalı geçti ve beni 4 yıl müddetle Yakutistan’a sürgünlüğe hüküm ettiler. Sürgünlük müddeti bittikten sonra ailemle yerleşmek ümidiyle Kırım’a gelmiştik, ama üç gün sonra bizleri Kırım’dan sürgün ettiler ve Özbekistan’a götürdüler. 1983 senesi Kasım ayında yine tevkif ettiler, 3 yıl müddetle ağır çalışma kampına hüküm ettiler ve Magadan şehrinden 45 kilometre uzaktaki bir kampa getirdiler. Bu seferki suçlamalar da öteki davalarımda olduğu gibi geleneksel suçlamalardı. Yani, Sovyetlerin siyasetini, iç ve dış politikasını lekelemişim. Sovyet ordusunun Afganistan’ı işgaline karşı Saharov ve daha birkaç arkadaşlarımızla beraber protesto imzalamışım vesaire. Bundan da gayri, 1983 senesi yazında Krasnodar ülkesinde ölen babamın cesedini, yasak olduğuna bakmadan, Kırım’a geçirmeye ve orada toprağa vermeye gayret etmişim, cenazenin karşısına çıkan polis ve askerler ile çatışmalarda rehberlik yapmışım. Magadan kampında müddetimin sonu yakınlaştığı zaman bana karşı yeni dava açtılar. Ama o yıl artık Sovyetler Birliğinde bazı değişmeler başlamıştı.
Hür dünyanın baskısıyla siyasi mahpusları serbest bırakmaya başlamışlardı. 1986 senesi Aralık ayında beni Magadan şehir mahkemesinde yargıladılar ama yalnız 3 yıllık meşrut hüküm çıkardılar. İşte, o zamandan beri, yani artık 5 yıldan fazla serbestim. Toplam olarak hapishanelerde, ceza kamplarında ve Yakutistan sürgünlüğünde 15 yıl kadar geçirdim. 1989 senesi ilkbaharında, ailemle beraber Kırım’a avdet ettim. Aynı sene Mayıs ayında Özbekistan’da Kırım Tatar Milli Hareketi initsiatif guruplarının bütün ittifak toplantısı yapıldı. Bu toplantıda Kırım Tatar Milli Hareketi Teşkilatı kuruldu ve onun tüzüğü, programı kabul edildi. Bu Teşkilâtın başkanı olarak beni seçtiler. 1991 senesi Haziran’da Akmescit şehrinde Kırım Tatar Kurultayı’nı geçirdik. Bu, 1917 senesinde Kırım’ da geçirilen Kurultay’dan sonra ilk Milli’ Kurultay’ımız oldu. Kurultay’da kep halkımızı temsil eden ve halkımızın adından kararlar çıkarmaya yetkisi olan 33 kişiden ibaret Milli Meclis seçildi. Beni de Meclis Başkanı olarak seçtiler. Halen ailemle beraber Bahçesaray şehrinde yaşıyorum, üç evladım var.