Nuri GÜRGÜR
Geçen hafta Lübnan’da önce çağrı cihazlarının bir gün sonra telsizlerin eşzamanlı olarak patlamaları sonucu yüzlerce insan öldü ve yaralandı. İsrail 7 Ekim’den bu yana Gazze’yi boydan boya harabeye çeviren, 42 bin Filistinlinin ölümüne yol açan saldırılarını, Lübnan’a Hizbullah’a yöneltmiş durumda. Aslında bu aşamadaki esas hedefi İran’dı; fakat Tahran bu tuzağa düşmedi. İsrail ile doğrudan savaşa yönelmek yerine güdümündeki Şii unsurlar üzerinden İsrail ile mücadeleye çalışıyor.
Netanyahu’nun bölgesel egemenlik projesinin ikinci ayağı Hizbullah’ı etkisiz kılmaktır; bu amaçla Lübnan’ın belli yerlerine hava saldırıları düzenliyor, dünkü saldırılarının beş yüze yakın can kaybına yol açtığı açıklandı. Hizbullah bunlara füzelerle karşılık vermeye çalışıyor.
Geçen hafta çağrı cihazları üzerinden yapılan operasyon sıradan bir olay değildir. Bilim, teknoloji ve istihbarat alanlarında yaşanan gelişmeler sonucu, sıcak savaşa dönüşebilecek uluslararası egemenlik mücadelelerinde artık bilim ve teknolojiye dayalı yeni bir dönem başlamıştır. Bu alanda hangi taraf daha başarılıysa, gelişmiş teknolojik ve dijital ürünler üretebiliyorsa, bunları doğru ve yerinde kullanabiliyorsa, istihbarat yapabiliyorsa kazanan olacaktır.
ABD’nin İkinci Cihan Savaşının sonucunu belirleyen atom bombasıyla aldığı üstünlük uzun sürmedi; önce Rusya, ardından Çin başta olmak üzere 7 ülke daha devreye girdi. Günümüzde artık nükleer denge oluşmuş durumda. Nükleer bombalar, silahlar günümüzdeki küresel güçlerin taraf olabildiği savaşlarda tehdit unsuru olmalarının ötesinde kullanılamıyor; zira benzerlerinin hasım tarafta da olduğu biliniyor. Nükleer silah dengelerinin aksine bilim ve teknolojideki gelişmeler, bu alanda ileri düzeydeki ülkelere büyük fırsatlar sunuyor. İsrail’in cihazlardan yararlanarak yaptığı saldırıyı bu açıdan değerlendirmek gerekiyor.
20. yüzyıla girilirken dünyanın değişik ülkelerinde sığıntı gibi yaşamaktan usanan Museviler kendilerine bir yurt arıyorlardı. Birinci Cihan Savaşı döneminde İngiltere’nin desteğiyle bunun Filistin olmasını kararlaştırdılar. Otuz yıl kadar sistemli şekilde Filistinlilerin topraklarını satın alarak buraya yerleştiler ama azınlıktaydılar. Buna rağmen kendilerine savaş açan kâğıttan kaplan Arap ülkelerini bozguna uğratarak 1948 yılında bağımsız İsrail devletini kurdular. Sonraki 70 yıl boyunca yapılan savaşların galibi oldular. Böylelikle topraklarını bir misli genişlettiler. Fırat’tan Nil’e “Büyük İsrail” dini ütopyasını hafızalarından çıkarmadılar.
İsrail’in başarısının temel nedeni, bilim ve teknolojiye, stratejik istihbarata önem vermeleri, kurallarını yerine getirmeleri, bilinçli olmalarıdır. Bunun somut bir örneği dinleme cihazları üzerinden yapılan operasyondur. Ayrıntılarını doğal olarak açıklamıyorlar ama bunun anlık bir eylem olmadığı, on on beş yıllık bir hazırlığının olduğu ifade ediliyor. Dikkatler İsrail ordusunun “Birim 8200” adlı istihbarat birimi üzerinde yoğunlaşıyor. Bu kuruluşa 18 yaşında lise mezunu gençler seçilerek alınıyor. Yazılım, modelleme, bilgisayar korsanlığı gibi konularda özel eğitimle uzmanlaşıyorlar. Birimin en modern teknolojik donanıma sahip kampüsünden dünyadaki bütün iletişim kanalları izlenebiliyor, çözümleme yapılabiliyor.
Hizbullah cep telefonlarının dinlendiğini bildiğinden daha güvenli olacağını düşünerek dinleme cihazlarını kullanmaya başlamıştı. Ancak İsrail’in istihbarat elemanları bu cihazların imalatını ve dağıtımını yapan firmalara sızmayı başardılar. Cihazlara yerleştirilen özel patlayıcılar MOSSAD’ın zamanlamasıyla patlatıldı. Ardından daha az sayıda telsiz telefonlara da benzer uygulama yapılarak dikkatler dağıtılmaya çalışıldı. İsrail teknoloji ve istihbarat alanlarındaki yeteneğine rağmen 7 Ekim’deki Hamas operasyonunu nasıl oldu da öğrenemedi? Bu soru tartışılmaya devam ediyor. Son olaylardan sonra aslında haberdar oldukları, ancak Netanyahu’nun planını uygulamaya koymaya vesile olacağını hesaplayarak Hamas’a yol verdiği görüşü ağırlık kazanıyor.
Bilim ve teknolojik gelişmelerin günümüzdeki tezahürleri Türkiye açısından ciddi bir uyarı anlamını taşıyor. İsrail’in bu alanlardaki sistematik çabalarının sonuçları ortada. Türkiye bilim ve teknoloji alanında maalesef gerekenleri yapmıyor. Eğitimin bütün kademelerinde ciddi sorunlarımız var. Temel bilimlerde, matematik, fizik ve kimyada öğrencilerimizin ne kadar yetersiz kaldıkları yapılan sınavlarda açıkça ortaya çıkıyor. Bir dönem kaliteli eğitim veren Anadolu ve Fen liselerini İmam Hatip okullarına dönüştürmenin, her ile üniversite iddiasıyla yükseköğrenimi vasatlaştırmanın yanlışlığını neden görmekten kaçınıyoruz? Bilimsel makale yazmaktan aciz rektörlerin yönetimindeki üniversitelerden diplomalı işsizler çıkarmaya devam ettikçe gelişmiş ülkelerle teknolojik mesafe açığımızı kapatamayız.
AK Parti iktidara geldiği ilk beş yılda eğitim ve bilim konularında farklı bir yol izliyordu. Mesela ilk bütçede Ar-Ge’ye ayrılan pay yirmi misli artırılmıştı. TCMB ve TÜBİTAK gibi kurumlara yurt dışından seçkin elemanlar alınıyor, ülkemize beyin göçü sağlanıyordu. Sonra nedense bu yol terk edildi. İmam Hatiplere, ihtiyaçtan çok fazla olan İlahiyat Fakültelerine ağırlık verilerek bilim ve teknoloji rafa kaldırıldı. En seçkin elemanlarımızı, beyinlerimizi yurt dışına gönderiyoruz. Vasatlık kural haline getirildi, bugünkü eğitim seviyesiyle patinaj yapmaktan ileri gidemeyiz. Kendimizi TÜİK rakamlarıyla kandırmanın anlamı yok. Rasyonelleşme sadece ekonomide değil eğitimden tarıma, sanayiden teknolojiye, Yargının bağımsızlığına, tarafsızlığına ve denetim mekanizmalarına kadar geniş bir alanda geçerli hâle getirilmedikçe sorunların altından kalkamayız.