Nuri GÜRGÜR
Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın uzun zamandan beri baş başa görüşme ortamı hazırlamaya çalıştığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad şartlarının neler olduğunu değişik cümlelerle tekrarladıktan sonra son noktayı koydu: “Suriye topraklarından tamamen çekilmeden bu iş olmaz.”
Esad’ın “işgalci, yabancı asker” olarak tanımladığı, Şam Hükûmetinin onayı olmadan Suriye topraklarında bulunan iki ülkenin ABD ve Türkiye’nin askerleri. Egemen bir ülke yönetiminin kendi kararı olmaksızın topraklarının bir kısmını işgal eden güçlere tepki göstermesi doğal hakkıdır. Ancak Türkiye‘nin kendi tercihi olarak değil, şartların zorlamasıyla Suriye‘nin bazı bölgelerine askeri müdahale zorunda kaldığı gerçeğini herkesin görmesi gerekiyor. Erdoğan-Esad görüşmesi olacaksa bu gerçeğin bilinerek masaya oturulması makul bir çözüme ulaşılmasının anahtarı olabilir.
Ancak Türkiye’nin Suriye meselesine çözüm ararken konuya kendisi açısından bakması, özeleştiri yapması gerekiyor. 2011’e kadar hiç gündemde bulunmayan bu sorunlara 13 yılda nasıl gelindi? İki ülkenin siyasi, ekonomik, beşeri ilişkileri en ileri düzeydeyken, ortaklaşa kabine toplantıları yapılırken, “dostum Esad” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konutunda misafir edilirken nasıl oldu da rüzgâr tam tersine döndü, ilişkiler bir anda yere çakıldı?
Bu soruların cevapları gerçeklere uygun tarzda, objektif kalınarak verilmeli, sorumlular belirlenmeli, siyasi hesapların etkisinde kalınmadan bu kritik mesele her yönüyle ortaya çıkarılmalıdır. Bu yapılmadan sadece iki ülkenin devlet başkanlarının el sıkmasıyla bir yere varılamaz.
Bölgemizde Arap Baharı diye adlandırılan gelişmeler yaşanırken, Başbakan Erdoğan’a Arap halkları arasında, özellikle Müslüman Kardeşler içerisinde çeşitli vesilelerle sürekli sevgi ve destek mesajları alınıyordu. Erdoğan’ı 2010’daki Mısır’ı ziyaretinde havaalanında on binden fazla insan karşılamıştı. İhvan’ın adayı Mursi katılımın düşük olduğu seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı oldu. İhvan Suriye’de etkili görünüyordu. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun hesaplarına göre bölge halkının desteğini alan siyasi lider konumuna ulaşmıştı. Ancak bu konuda derinliğine bir araştırma yapılmadığından, özellikle Esad muhalifi grupların siyasi ve ideolojik yapıları, toplumsal tabanları doğru hesaplanmadığından bu kanaat kişisel bir tasavvur olarak kaldı. Mursi kısa süre sonra askeri darbeyle yıkıldı, cezaevinde vefat etti. Suriye’de ise başlayan gösteriler kısa zamanda iç savaşa dönüştü. Rusya, İran ve Lübnan Hizbullahı‘nın desteğini alan Esad iktidarda kaldı, esasen ABD ve İsrail de İslâmcı bir yönetimi istemiyorlardı.
Türkiye Suriye’deki durumu doğru okuyamıyordu. Esad’ın kesinlikle gidici olduğuna inanılıyor, Emevi Camiinde birkaç ay içerisinde namaz kılınacağı açıklanıyordu. İktidarın en büyük yanlışı hem çatışan grupların gücünü hem de rejimin dış desteklerini doğru değerlendirememek oldu. Daha da vahimi rejimin boşalttığı kuzey bölgelerinde ABD’nin el çabukluğuyla etnik bir devlet oluşturma çabalarıdır. Türkiye 2012’den itibaren daha gerçekçi ve rasyonel politikalar izleyebilseydi her şey çok daha farklı olabilirdi.