“İRFAN MEDENİYETİ”
36 senedir Ramazan’ın her pazarında devam eden ve artık bir Ramazan geleneği haline gelen “Ramazan Konferanslarının” bu sene son Ramazan konferansımızda Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Hocamızın “İrfan Medeniyeti” konulu yaptığı konuşmasında özetle:
“İrfan sözcüğü “arafe”, (bilmek, anlamak) fiilinin bir türevi olarak, gerçeği anlama hususundaki sezgi yeteneği, görgü ve sezgiden kaynaklanan ruh uyanıklığıdır. Ayrıca eşyanın hakikatine vakıf olma, hayatın sırrını çözme, her olaya hikmet gözüyle bakabilme halidir. Dilimizde daha çok “ilim” sözcüğüyle birlikte kullanılıp “ilim-irfan” şeklinde klişeleşmiştir. Gerçekte asıl olan ilimdir. İrfan ilim üzerine bina edildiği zaman daha güzel bir anlam ifade eder. Bu sebeple eskilerin, örnek şahsiyetleri “ilim-irfan sahibi” şeklinde nitelemeleri bu açıdan önemlidir. Fakat günümüzde bu tür bir nitelemenin pek yapılamadığı, ilim sahibi pek çok insan için “irfan” niteliğinin eksik kaldığı da bir vakıadır. Halka açık ya da özel tartışmalarda kendi bildiğini tek doğru kabul eden ve kendi görüşü dışındaki her düşünceyi reddeden ilim erbabını müşahede ettikçe, söz konusu terkipte “irfan” unsurunun eksikliği daha rahat gözlenmektedir.
Sezgi yeteneği ve ruh uyanıklığı olarak tanımladığımız irfan, savm u salât u hacc gibi şeklî ibadetlerin bize kazandırması gereken değerleri ifade etmektedir. Ömrü günahla geçen kadının kuyudan ayakkabısıyla çıkardığı suyla bir hayvanı hayata döndürdüğü için affolunması, ömrü ibadetle geçen birinin de bir kediyi aç bırakarak ölümüne sebep olduğu için cezayı hak etmesi ile ilgili hadisler dikkate alındığında bu husus daha iyi anlaşılmaktadır. Bu irfan anlayışıdır ki, Anadolu insanına hayranlık uyandıracak derecede çeşitli vakıflar kurdurtmuştur. Sadaka taşları, hanlar, hamamlar, şifahaneler, mabetler, dârü’l-acezeler, eğitim kurumları, göçmen kuşlar, sokak hayvanları, çalıştığı evin eşyasını kıran hizmetçiler için kurulan vakıflar ve saymakta zorluk çekeceğimiz nice yardım müesseseleri hep bu irfan geleneğinin tezahürleridir.
Evet, irfan medeniyeti bir gönül medeniyetidir. Asıl olan insandır, onun gönlüdür, çünkü yere göğe sığmayan Allah bir müminin gönlündedir, gönül inciten Allah’ı incitir. Tam bu noktada Anadolu Mevlevî kültürü ile ilgili bazı hatırlatmalar yapmak uygundur diye düşünüyorum.
“Mevlevî, bedeni ile ruhu arasında âhenk ve tutarlılık olan insandır.” Tasavvufun en mühim unsurlarından biri, belki de birincisi “Edeb”dir. Tasavvufta edeb, her şeye ve her hususa yayılmıştır.
Ehl-i irfan arasında aradım, kıldım taleb,
Her hüner makbul imiş, illâ edeb, illâ edeb
sözü, sûfîlerin hareketlerinde önemli yer tutar. Edeb eğitimle olur. Bir insanın bu âhenkli, mûtedil ve tutarlı formasyonu kazanabilmesi için belirli bir eğitimden geçmesi gerekir. Bu talim ve terbiyenin merkezi de Mevlevi dergâhları idi. Buralarda eğitilen sufi, her şeyden evvel, diğer insanlara ve cemiyet düzenine son derece saygılı, kendini daima arka planda tutmasını bilen ve her zaman kendine nispeten başkalarına öncelik tanıyan zarif bir kişiydi.
Gün geçtikçe yalnızlaşan, sadece kendi menfaatini düşünen, teknolojinin esiri haline gelen, hatır-gönül duygularından, nezaket ve nezahetten gittikçe uzaklaşan günümüz insanının Kur’an medeniyetinin irfan pınarıyla buluşması bir âb-ı hayata kavuşması kadar önem arz etmektedir. Ben insanımızın fıtratında irfan mayasının her zaman mevcut olduğuna, ariflerimizin himmet ve gayretiyle tekrar o irfan pırıltılarının aydınlattığı günlerin geleceğine yürekten inanıyorum “ Dedi.
Soru ve cevaplardan sonra Eskişehir Türk Ocağı Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal’ın teşekkür konuşması ve şükran beratı takdimi ile program sona erdi.
https://www.youtube.com/watch?v=q3lR-CgtC8w&ab_channel=ESK%C4%B0%C5%9EEH%C4%B0RT%C3%9CRKOCA%C4%9EI