Nuri GÜRGÜR
50’li yılların başlarında ülke gündemimizde Kıbrıs konusu yer almıyordu. Ancak İngiltere’nin Ada’dan çekileceğini açıklaması, Yunanistan’ın Ege adalarında yaptığı gibi el çabukluğuyla burayı da ele geçirmek amacıyla girişimler başlatması üzerine Türkiye devreye girdi. Diğer yandan o yıllarda en büyük tiraja sahip Hürriyet Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı Sedat Simavi’nin bu konudaki seri makaleleri kamuoyu ve gençlik arasında son derece etkili oluyordu.
Diplomatik görüşmeler devam ederken bir süre sonra başta İstanbul ve Ankara olmak üzere çeşitli kentlerde halkın yoğun desteğiyle yürüyüşler ve toplantılar düzenleniyor, bunlar radyodan canlı olarak yayınlanıyor, toplumsal heyecan giderek yükseliyordu. Bu gelişmeler yaşanırken Kıbrıs Türk cemaatinin liderliğini yapan Fazıl Küçük ve yardımcısı Rauf Denktaş Ankara ile özellikle Dışişleri Bakanı Zorlu ile sürekli istişare yapıyorlardı. 60‘lı yıllara girilirken Kıbrıs konusunda iki önemli gelişme yaşandı. Fatin Rüştü Zorlu’nun önerisi ve Genelkurmay’ın onayıyla Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. Rauf Denktaş illegal (kapalı) yöntemle çalışan örgütün çekirdek kadrosunda “Toros” kod adıyla yer almıştı.
Diğer yandan İngiltere ve Yunanistan ile yapılan görüşmelerin ardından “Londra- Zürih Antlaşması” adıyla anılan anlaşma yapıldı. Bu antlaşma Türkiye açısından büyük başarıydı. Türkiye öteki iki ülkeyle beraber “Garantör Ülke” statüsü kazanıyor, Kıbrıs Türkleri federatif esasa göre yapılan anayasa ile Rumlarla eşit haklara sahip kılınıyordu. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtını Garantör Ülke sıfatımızla yaptık, halen Türklerin güvenliğini sağlayan iki kolordu gücündeki askeri varlığımızı buna dayanarak sürdürüyoruz.
Rauf Denktaş 1975’te ilan edilen Türk Federe Devleti’ne Meclis Başkanı oldu, 1976’da Devlet Başkanlığına seçildi. O artık sadece Kıbrıs Türklerinin değil bütün milletimizin sevdiği, saygı duyduğu, benimsediği millî bir liderdi. 1983’te ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı oldu. Sonraki seçimlerde de kazanarak bu görevini 2005 yılına kadar sürdürdü. AB ve BM’ler Ada’da iki topluluk arasında tek devlet kurulması yönünde yoğun baskılar yapıyordu. Ancak Denktaş Türklerin eşitlik hukukuna aykırı teklifleri kabule yanaşmadı, bu ilkeden taviz vermeyerek direndi. 2004’e girilirken BM Genel Sekreterinin hazırlamasından dolayı adını taşıyan Annan Planı tüm Batılı ülkeler tarafından destekleniyor, iki bölgede yapılması planlanan referandumda kabul edilmesini sağlamak maksadıyla geniş bir kampanya yürütülüyordu. Türkiye’de iktidardaki AK Parti hükümeti de planın kabul edilerek Kıbrıs’ın tek devlet halinde AB’ne katılması taraftarıydı. Basınımızda Denktaş liberal ve solcu çevreler tarafından eleştiriliyor, uzlaşmaktan kaçındığı öne sürülerek yıpratılmak isteniyordu.
Türk Ocakları olarak bu gelişmeleri yakından izliyor, Denktaş’a yapılanlara üzülüyorduk. Bu dönemde Ocak Genel Başkanlığımın yanı sıra Ankara Ticaret Odası’nın da Meclis Başkanıydım. İki kuruluş benim önerimle millî konularda ortak toplantılar, sempozyum ve paneller düzenliyor, bunlar kitap halinde yayımlanıyordu. Kıbrıs konusunda da Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a destek vermemizin gerektiğini düşünerek ATO yönetimine bir öneri sundum ve kabul edildi. Böylece ATO Yönetimi ve Meclis üyeleriyle, bazı akademisyenler ve gazetecilerle birlikte üç günlüğüne Ada’ya gittik. Cumhurbaşkanı Denktaş başta olmak üzere hükümet yetkilileriyle, meslek odalarıyla görüşmeler yaptık, üniversitelerde düzenlenen toplantılara katıldık, TV’lerde konuştuk. Sayın Denktaş’ın görüşlerinde haklı olduğunu geniş şekilde anlatma fırsatını bulduk.
Bu ziyaret sırasında adı yıllardır Kıbrıs meselesiyle özdeşleşen, millî bir kahraman olarak benimsediğimiz, hürmet ve muhabbet duyduğumuz Sayın Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı çok yakından tanıma fırsatı buldum. Üç gün akşam yemeklerinde soframızı şereflendirdi. Yan yana yemek boyunca geniş şekilde sohbet ettik, siyasi durumdan, geçmişte Kıbrıs’ta yaşananlara, Türk dünyasına, özel konulara kadar pek çok şey konuştuk. Son derece mütevazı, sıcakkanlı, sakin bir insandı; üslubuyla, tavrıyla muhatabına güven veriyordu. Rumları yakından tanıyor, farklı siyasi görüşte olsalar da ortak amaçlarının Ada’nın tümünü ve egemenliği sahiplenmek, Türkleri kendilerine bağımlı kılmak olduğunu belirterek taviz vermenin yanlışlığını kısaca şöyle ifade ediyordu: “Girit’te geçen asırda yaşanan trajedinin Kıbrıs’ta tekrarına asla fırsat vermemeliyiz.“
Bu muhabbet ortamından cesaret alarak soydaşlarımızla ilgili çok üzüldüğümüz bir husus hakkındaki düşüncesini öğrenmek için şu soruyu sordum: “Sayın Cumhurbaşkanım sizin millî ve manevi meselelerde ne kadar hassas ve şuurlu olduğunuzu, yıllardır görüyoruz, biliyoruz. Ancak bu ziyaretimiz sırasında, bazı soydaşlarımızda, özellikle öğretmenler arasında, okullarda sizin hassasiyetinizi taşımayan, kozmopolit bir tavrın varlığını görüp üzüldük. Bunlar azınlık olsalar da dışarıdan Rumlardan yana olan bazı dış çevrelerden teşvik edilerek gösterilere, grevlere kalkışacak kadar organize olabiliyorlar, işinizi zorlaştırmaya çalışıyorlar. Siz 1974’den bu yana yönetimde yetkilisiniz. Eğitim kurumlarının, öğretmenlerin millî hassasiyetlere sahip olmalarını sağlamaya yönelik daha etkili bir eğitim ve politika uygulanamaz mıydı?” Bir an önüne bakarak düşündükten sonra şu cevabı verdi : “Bu durum beni de çok üzüyor; haklısınız bu konuda gerekenler yapılmalıydı. Ama siyasi ve ekonomik sorunlardan, özellikle Rumlarla görüşmelerden vakit bulup bu meseleye eğilemedim.”
Ada’dan bize düşen görevi yerine getirmenin huzuru içerisinde ayrıldık. Bir süre sonra yapılan referandumda Türkler yüzde 65 oranında “evet” derken Rumlar yüzde 83 oranında “hayır” deyince Annan planı ret edilmiş oldu. AB buna rağmen “iç barışı sağlayamayan“ bir ülkeyi üye yapmama kararını çiğneyerek Güney Kıbrıs Rum Yönetimini üye yaptı. Denktaş 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmadı. Üzgündü, kırılmıştı; Ankara’da bazı siyasetçiler Kıbrıs sorununun çözümünü onun engellediğini düşünüyor, hatta “sen sadece Ada’ya bak Türkiye’nin siyasetine karışma“ diyebiliyordu.
Rumların Annan Planı’nı ret etmesine rağmen Batılı ülkelerin tavrı değişmedi, Türkiye’ye taviz vermesi yönünde baskı yapıyorlardı. Benim girişimimle ATO ve Türk Ocakları Kıbrıs konusunda yabancı konuşmacıların da katılımıyla uluslararası bir sempozyum düzenledi. Açış konuşmasının devletin en üst düzeyinden yapılması uygun olacaktı. Fakat Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu tarz faaliyetlere maalesef katılmıyordu. Dolayısıyla önceki cumhurbaşkanını, Sayın Süleyman Demirel’i davet etmeyi düşündük. Yönetim Kurulu başkanı Sinan Aygün ile Güniz Sokak’taki evine gittik. Toplantımızı çok yerinde, doğru ve yararlı bulduğunu söyledikten sonra “memnuniyetle gelirim ama açış konuşmasının Rauf Bey tarafından yapılması uygun olur, isterseniz kendisiyle konuşabilirim” dedi. Bu öneriyi derhal kabul ettik; hemen telefonla Denktaş’ı aradı. Sayın Denktaş da olumlu cevap verdi. Basına haberi ilettik. Denktaş’ın Ankara’ya gelip konuşacağının duyulması tüm Ankara’yı adeta ayağa kaldırdı, heyecan uyandırdı.
Ancak hükûmet İşçi Partililerin ortalığı karıştırabileceğinden endişeliydi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül beni telefonla arayarak görüşmek istediğini söyledi. Kendisiyle eskiye dayanan bir hukukumuz vardı. Genel Merkezimizi ziyaret etmiş, Şeref Defterimize kendisinin de buranın mensubu olduğunu, gençlik döneminde Kayseri’de Ocak çalışmalarına katıldığını yazmıştı. Bu toplantıya Denktaş katılmasa olmaz mı deyince, olay çıkarılmasına fırsat vermeyeceğimizi, gerekli bütün önlemlerin alındığını, bize yaraşır bir faaliyet olacağını ifade ederek endişelerini giderdim.
Toplantı sabahı özel bir uçak göndererek Sayın Denktaş’ı Ankara’ya getirdik. Esenboğa’da CİP salonunu Ocak mensubu akademisyenler ve gazeteciler doldurmuştu. Resmî protokolden kimse yoktu. Samimi bir karşılama oldu. Denktaş gazetecilerle konuşmak istemedi. Çok zeki bir insan olduğundan bu gelişinden tedirgin olanların bulunduğunun farkındaydı. Arabada yan yana oturduk, Sinan öndeki koltuktan bizi izliyordu. Esenboğa’dan kent merkezine girmeden ATO’ya yöneldik. Her kavşakta aracımız kalabalık gruplar tarafından durduruluyor, Denktaş’a sevgi ve saygı sloganları atılıyor, bozkurt işaretleriyle selamlanıyordu. Ankara halkı ve gençler kendiliklerinden, hiçbir yönlendirme olmaksızın adeta seferber olmuşlardı. Partilerin flamalarıyla katıldıkları yoğun kalabalığın içerisinde sadece Ak Partililer yoktu. Aracımız sıkça durdurulduğundan ağır seyrediyordu. Bir ara Sayın Denktaş bana dönerek “Ben hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım, milletimin büyüklüğünü bir kere daha görüyorum, şükran duyuyorum“ derken gözlerinden yaş geldiğini gördüm; ben de çok duygulanmıştım, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Öğle yemeği ATO’da yenildi. Sayın Demirel’in teşrif ettiği yemekte AK Parti dışında parti genel başkanları ve üst düzey yöneticileri de vardı. Salona davetiyesi bulunmayan hiç kimseyi almadık, bahçeden içeriye sadece Türk Ocaklı gençleri aldık. Rauf Denktaş nerede ne konuşulacağını iyi bilen usta bir hatipti. Sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında Kıbrıs meselesiyle ilgili düşüncelerini, siyasi bir polemiğe girmeksizin “efradını cami ağyarını mani” denilen tarzda ifade etti. Demirel’in konuşmasını da dinledikten sonra kalmak istemedi, kendisini getiren özel uçakla Ada’ya döndü.
Cumhurbaşkanımızı son defa fizik tedavisi için geldiği Bilkent’te Silahlı Kuvvetlerimizin özel tedavi merkezinde gördüm; geçmiş olsun ziyaretine giderek şahsım ve temsil ettiğim kuruluşlar adına şifa dileklerimizi, hürmet ve muhabbetlerimizi ilettim. Vefat haberini alınca Kıbrıs’a gitmek istedik, uçaklarda yer yoktu. Yönetim olarak özel bir uçakla giderek cenaze törenine katıldık, ailesine başsağlığı diledik; kabrinin başındaki kalabalık çekilinceye kadar bir süre bekledikten sonra “bütün bir ömrü bir cephedeymiş gibi” Kıbrıs Türklüğüne adayan milletimizin bu değerli evladını ebedi âleme dualarımızla yolcu ederek ayrıldık.25 Kasım 2023